Artık dünya milletleri de marka olarak kabul ediliyor. ABD, Japonya ve başkaları. Hem çıkardıkları ürünleri, hem de, milletlerini, devletlerini ve yaşam tarzlarını markaya dönüştürebildiler. Tabi bizim gibi ülkeler de (Azerbaycan, Türkiye) kendine göre markalaşma eylemi içinde. Büyük tarihi ve büyüklüğünü kabul ettirmek için çalışan bugünüyle Türkiye markasını oluşturmuştur. Made in Turkey’inin yabancılarda çağrıştırdığı bir şeyler var, “Türk” deyince artık akıllarda belli bir şeyler oluşuyor. İyi-kötü… Pazarlama enstrümanları bu algının iyiye dönüştürülmesi için var ve kullanılıyor… Fakat bir millet var ki… İmajının kötü olması için elinden geleni yapıyor… En önemli çağrışım ise oluşumunu tamamlamak üzere. HIRSIZ!!! Hırsız sadece fırından ekmek, bakkaldan çikolata, biraz daha büyütürsek olayı bankadan para çalan değil, hatta bazı hırsızlıkların yanında bunlar hırsızlık bile sayılmaz… Böyle bir yaklaşımı çoğunuz duymuşunuzdur. Genelde bunun sonu intihal denen, devrimizin baş belasına bağlanmaktadır. Fikir hırsızlığı hırsızlık değil, caniliktir… Neyse bu edebiyatı burada bırakacağım… Türkiye Azerbaycan arasına birileri tarafından konuşlandırılmış Ermenistan iki kardeşin elinde olan değerleri, kendi değersizliği ve rezilliği fonunda hem kıskanmış ve zimmetine geçirme hevesi içinde olmuştur. Önce Türk kadınlarının elinden erkeklerini almaya çalıştılar. Fazla ileri gidemeyince sanatına, tarihine, toprağına, kültürüne göz koydular. Sahip olmadıkları İrevan bizden koparılıb Erivan’a (Yerevan) dönüştürüldü. Van’ı istediler, Ağrı’yı, Kars’ı. Utanmasalar Ağrı Dağ’ını biz yaptık Ararat ismi verdik diyecekler. Ve de naming’de çok başarılılar. Hedefe aldıkları yer veya nesne için anında “rebranding” yapıp o iğrenç dillerinden çıkardıkları iğrenç bir isim taktılar. Ararat, Artsax, Stepanakert vs. Böyle mide bulandırıcı kelimeleri çok okumanıza gönlüm razı değil. Sarı gelin zaten hep boğazlarında kaldı, ama “çok çalışan kazanmak” üzere. Biz uyuyalım onlar Sarı gelin’i milli maşlarına dönüştürsün. Benim için fark etmez Sarı Gelin’in Erzurum veya Karabağ’dan çıkması. Bu müzik Türk müziği, ermenilikle alakası yok!!! Dolma’ya kondular, hatta ismini bile değiştirmeye gerek duymadan. Balaban’ı nasıl kendilerine yakıştırdılar, onu da bilmiyorum… Marka kültürü diye bir şey var. Bütünleşik pazarlama iletişimi yapmazsan başarısız olursun. Müzikten anlayan Amerikan bile o sesin Azerbaycan müziğinin bir parçası olduğunu anlar. Ama doymazlık, ayrı bir şey. Genişledikçe genişliyorlar. Bir tek “Türkler ermeni ırkından gelmiş” iddiası kaldı. Ha bu arada kulaklarına gitmesin, önce kendileri inanırlar, sonra Fransa’dan başlayarak tüm dünyayı ikna ederler. Nasıl yapıyorlarsa?.. Toplumu bir şeye inandırmanın 3 yolunu duymuştum: parayla satın almak, zorla kabul ettirmek ve ikna etmek… Herhalde 4’cü yolu da ermeni gibi davranmak olmalı… Marka algısı süper!!! Türklerin her değeri Ermenileri olamaya adaydır… Son yaptıkları ise tam kendilerine yakışır tarzda. Marka imajı kuvvetleniyor. Olayın boyutları müthiş derecede geniş olsa da, şimdilik küçük adımlarla gündeme giriyor. Geçen Eurovision’da balabanımızı kullanma adiliğini gösterdikten sonra şimdi de, tamamen şarkıya konmuşlar ve bununla Avrupa’da boy göstermek istiyorlar. Şarkıyı dinleyen hemen anlıyor zaten, ritimlerin “Azeriliğini”. Üç halk şarkımız “Dilberim”, “Garagile” ve “Sarı Gelin”in karışımı. Biraz da üzerinde makyaj var. Ermeni eli değdiği için doğal olarak kaybetmiş ahengini. Dinleyin de şarkıyı bu linkten, sözlerini duymamaya çalışın. Alttan gelen Azeri müziğinin zevkini, ermenicenin şarkıya uymayan tırmalayacılığı bozmasın. P.S. Hiçbir milletin bir sıfatla genellenemeyeceği düşüncesini taşıyorum. Ermenilerle ilgili hırsızlık algım ise genele yayılmak üzere. Bir ERKEK çıkar da, artık bu kadar ileri gitmeyelim, arsızlık mideye dokunur derse, geri dönüşüm ümidi olur. ZOR… P.P.S. Anlayacağınız ermeniler sadece soykırımı dayatarak emmiyor TÜRKün kanını. Değerlerini emiyor, tarihini emiyor, sanatını emiyor. Geçmişini emdi, geleceğine göz dikmiş. Bunun için pazarlama stratejisi belirlemişler… Biz etkili reaktif PR’a geçmeden bu iş çözülmez. Pazarlamanın böyle iğrenç ameller için kullanımı da ayrı bir üzücü. E bu da cabası…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder